Yaklaşık dört yıl kadar önce toplantı odalarımızın ekranlarına
“ *Lütfen, bu toplantı odasında yapılan her toplantıda amacımızın; Bir işin nasıl yapılamayacağını değil, nasıl yapılabileceğini,
* Neden yapılmaması gerektiğini değil, neden yapılması gerektiğini,
* Yapınca hangi zorluklarla karşılaşacağımızı değil, yaptığımızda neler kazanabileceğimizi konuşmak olduğunu daima hatırlayalım.”
Yazısını yerleştirmiştik. Uğradığımız siber saldırı ve pandemi sonrası gündemlerimiz çok farklılaşmıştı. Geçenlerde birkaç günlüğüne İstanbul’dan uzaklaşınca bu yazımız aklıma geldi. Gerek şirketimizde ki liderleri gerekse çevremde şahit olduğum başka firmalarda gördüğüm yönetici davranışlarını gözümün önünden geçirmeye çalıştım. Sonra lise yıllarından bu güne çevremde temas kurduğum insanları “olmazcılar” ve “nasıl yapabilirimciler” olarak iki grupta etiketleme sürecimle bu gözlemlerimi sentezledim.
Sanırım “nasıl yapabilirimcilerle” birlikte çıktığınız her yolculuk bir şekilde daha eğlenceli ve keyifli oluyor hem de daha kolay mutlu sona ulaşıyor. Üstelik bu grup insanlarla yolculuğun sonunda asla kaybetmiyorsunuz. En güzel tarafı kaybetmeyecek olduğumuzu bilerek yola devam etmek. Bu bilinç yolculuk öncesi her zaman daha fazla cesaret veriyor. Niye kaybetmek yok kısmını en son cümlede okuyabilirsiniz.
Organizasyonlarımızda projelere olmaz, yapılamaz, diyenler bu tür hatırlatmalarda hemen ben yapılamaz demek istemedim, kaynağımız yok önceliğimiz farklı demek istedim gibi başka cümlelerle iştah kaçırma görevlerini yerine getirmeye devam ediyorlar. Sanırım liderin en önemli görevlerinden birisi süreçlerin daima en kötü tarafını görerek toplantıyı toksiklendiren kişileri saptamak ve onları da başarma yolunda motive etmek. Bu görevin organizasyonlarda liderlerin kesinlikle en önemli sorumluluklarından biri olduğuna inanıyorum.
Hakan Mengüç’ün “Her şey vaktini bekler” kitabında şöyle bir paragraf okudum;
“Hayatımızda yolunda gitmeyen şeylerden sorumlu olmayı kabul edemeyip her şeyin nedeni olarak şikayet ettiklerimizi atarız ortaya. Ayrıca şikayet etmek iyi hissettirir hep başkaları suçludur, hep dışarıda bir şeyler yolunda gitmiyordur. Bütün bunlar düzelse kendimizi daha iyi hissedeceğizdir ama dışarıdaki koşullar iyi hissetmemize imkan vermiyordur. Mutsuzluğumuzdan da memnuniyetsizliğimizden de kendimiz dışında herkes ve her şey sorumlu.
Oysa şikayetin temelinde özgüvensizlik vardır. Bir şeyleri değiştirmeye cesaret edemeyenler şikayet ederler başkalarını suçlayarak kendilerini daha değerli hissetmenin yolunu ararlar”
İşte bu bakış açısında olan olmazcıların olmazları bana göre lider adayları için büyük fırsatlar barındırır. Şikayet edicilerin yanında olmak yerine şikayet edilen konuları çözme gayretiyle adım atanlar, bu tür sorunlu durumları kendilerini geliştirecek mükellef bir KAHVALTI gibi görmelidirler. Kısaca liderler çözülecek sorunları kendilerine ziyafet yapanlardır diyebiliriz.
Şunu da hatırlatmakta yarar görüyorum ki etrafta yaşanan olumsuz durumlarda hiçbir zaman kendi sorumluluğunu hissetmeden sadece eleştirmek, olmaz demek çok kolaydır. En güzel örnek olarak siyasetçilerimiz verilebilir, iktidar ya da muhalefet ayırımı yapmadan hemen hemen hepsi turnusol kağıdından ayrışmışçasına birbirlerini şikayet edip dururlar. İşin garibi de oy verme zamanı sanırım kararımız en iyi şikayet edene oy verme şeklinde oluyor. Eğer gerçekte böyle ise sorun siyasetçilerimizde değil rasyonel düşünceden uzaklaşmış olan bizlerde olabilir.
Bu saptamalarımdan dolayı Linkedin gibi bir şekilde iş dünyası odaklı filitrelenmiş bir toplulukta; paylaşımların altına eklenmiş her durumda şikayet etme, her durumda bulunduğu ortamı kötüleme eğiliminin yaygınlaşması bana artık çok yadırgadığım bir yaklaşım olarak gelmiyor. Zira bir sorunun nasıl çözülebileceğini düşünmek, bu fikre sahip çıkmak, adım atmak çoğu zaman yıpratıcı bir süreç olmaya başladığını gözlemliyorum. Linkedin yazılarında toplumsal saptama paylaşımlarının altında “Maalesef”, “yazık çok yazık”, “çok üzücü” kelimeleri gördüğümde bu yorumları yapan kişilerin kendi çevrelerinde ki birleştiriciliklerini ve kaçırmış olabilecekleri liderlik fırsatlarını tahayyül etmeye çalışıyorum. Sonra da ben olsam bu durumda şikayet etmek yerine şunu denerdim diye düşünsel antremanlar yapmaya başlıyorum.
Muhetlif kereler paylaştığım üzere bu yazımı Nelson Mandela’nın çok değerli bir sözü ile bitirmek istiyorum.
“Hiçbir zaman kaybetmedim; Ya kazandım, ya da öğrendim”
Karşılaştığımız sorunlardan şikayet etmek yerine daha fazla sorumluluk alabilmek ve hayatları kolaylaştırabilmek dileğiyle…